2020 MAYIS AYI’NDA, GÜNDEMİ ÇOK MEŞGUL ETTİ !?
Mustafa Doğan Dikmen
Türk Müziği Câmiası’nın içinde bulunduğu yanılgı hâli; maâl-esef sebebini düşünmeye gerek duymadıkları; aslında câhilâne bir kompleksten kaynaklanmaktadır. “Cehâlet” ithâmı, her zaman hakâret anlamına gelmez. Bazen de uyandırmaya hayırlı bir vesîledir. Böyle düşünülmesini umarak başlayalım..
Gerçi sanat târihçisi akademisyenlerin ilgi alanı kabîlinden daha öncesi de var ama, mûsıkî-şinasların belgeleri ile görebilecekleri; Sultân II. Mahmud’un irâdesi ile ki bu hareketin, Osmanlı’nın üzerine katar-katar gelen, batının kültür emperyalizmine karşı çok akıllıca bir manevra1 olduğu kanaatimizi saklı tutmakla; Mızıka-i Hümâyûn’un kurulması ile küsüp gidenlerden ve icrâyı zaman içinde yozlaşmaya mahkûm bırakan; “semâi kahveleri” veyâ “çalgılı kıraat-hâneler”den gazinolara; nihâyetinde 2000 li yılların barlarına düşüren müzik çalışanlarından tutun da, emperyalizmin kendi meşrebi gereği ele geçirmek istediği milletin önce benliğini tahrib etme projesine kadar uzanan esbâbdan(sebeplerden); bugün
1 Fransa’nın Osmanlı kültürü üzerindeki hâkimiyetine, rağmen iki İtalyan müzisyenini (Donizetti ve Guatelli) saraya çağırıp onları Mızıka-i Hümâyûn’da “paşa” pâyesi ile taltîf etmesi..
Türk Müziği sanatçıları, kendisine acımaktan ve devamlı başkalarını (gerek siyâsi gerek büroktarik-idârî erki ve hattâ halkı..) suçlayarak şikâyet etmekten başka “.. biz kendi müziğimiz için ne yapabildik?..” diye sormayı aklına getiremedi!.
Bu meyanda, Devlet’in kendi kültürünü korumak mecbûriyetini ve bu gerçeğe yaklaşık bir asırdır bî-gâne kalmakla; zaman-zaman kültür adına yanlış yönlendirildiği günümüzde; ve bu minvâlde maksatlı çevrelerin gereksiz israfla nemalandığı görüşümüzü; ayrıca arz etmemiz elzemdir!..
Benim çocuk yaşımda şâhidi olduğum 60 lı yılların son çeyreğinden îtibâren, neredeyse 2000 li yıllara varana kadar, bu ülkedeki Batı Müziği Câmiası’nın her mecrâda birinci sınıf bellenip “poh-poh” lanması; belki o garipleri de “buldumcuk” yaptı da kendilerini duyamadılar. Yaylılarla nefeslilerin akordlarının tutmadığı orkestra icrâları mı dersiniz, kerâmeti kendinden menkûl fikir ve Türk Müziği ezgilerinin çok seslilendirilmesi ile peydâh edilmiş “beste”leri ve işlerini iyi bir-şey zannedip burnundan kıl aldırmayan şeflerin, çalan-söyleyenlerin, devlet kadrosuna sahip olanından; gazinoda çalışan emekçilerine kadar hepsinin diğerlerini küçümsediği, ama gerçekte “..
Bayburt Bayburt olalı böyle zulûm görmedi!.” gerçeği ile karşı-karşıya2 olduklarını iyi bildikleri bir memleketim hak-etmeyen imtiyazlıları idiler!. Her kısımdan müzisyenin rahatlıkla yurt-dışında performans yapabildiği 80 li yıllardan îtibâren, kıyaslama imkânı doğunca takke düştü kel göründü.. Bu paragrafta kabaca; ve biraz da istihzâ ile sevimli hâle getirmeye çalıştığım cümlelerim, ağlanacak hâline gülen insanların hâlet-i rûhiyesidir. Sâdece o yıllardaki müzik mezâlimi için ciltlerce yorum yazılabilir. Şimdi biz bu kadarını söyledik!.. Husûsiyetle 60 lı yılların sonu ve 70 lerin ilk çeyreğinde Münir Bey dâhil olmak üzere, basında; ne denli hakâret-hâmiz makâlelere mâruz kaldıklarını, Nevzat Atlığ’ın (icrâ tarzını beğenir; ya da beğenmezsiniz bu bahs-i diğerdir..) kendi müziğini kendi vatanında Devleti’nin himâyesi ile korumak için ne denli politik ayak-oyunları yapmak zorunda kaldığını her türlü kaynaktan araştırıp okumanızı salık veririz..
2 Belki rivayet ama mâlûm hikâyedir; Devleti’in Halkı’nı batı Müziği ile kaynaştırma çabaları çerçevesinde; Zamânın behrinde, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Bayburt’ta bir konser için görevlendirilmiş. Meraklı Bayburtlular da salonu doldurmuş. Fakat kısa bir müddet sonra; konser devam ederken, hınca-hınç dolu salondan kaçacak yer bulamayan bir Bayburtlu amcanın, gazeteciye; konser hakkında müsbet haber yapmayı umarak “..Konseri nasıl buldunuz?..” suâline verdiği cevap; “Bayburt Bayburt olalı böyle zulûm görmedi!..” olmuş..
Gerçi, her-kes Nevzat Bey gibi zekîce ve mûtedil mücâdele edecek akla sâhip olamazdı. Bu arada, bilgi ve sanatkârlıklarından çok-şey(!) beklenen; Atatürk’ün yanı-başında ve çok îtimâd ettiği; Kendilerinden sonra, Türk Müziğini; her-kesin onlardan öğrendiği, Mesud Cemil, Refik Fersan ve Münir Nûreddin Bey’in, bu milletin müzik kültürü için elini taşın altına koyup-koymadıkları kos-kocaman bir soru işâretidir ki cevâbî fikrimizi yazmayalım; yazarken bizim olduğu kadar, okurken de sizin canınızı acıtır!..
Biz Türk Müziği sanat-severleri veya profesyonelleri olarak, bırakalım şu dokunulmaz; erişilmez zannettiğimiz hâlimizi ve görelim, bizim bu millet için vaz-geçilmez müzik üretmediğimizi!.. Müziğimiz bir dünya mîrâsı; bir dünya müziğidir de, biz icrâ bâbında bu sanatın neresindeyiz?!?.
Hastalığımızın farkına varalım ki; tedâvi olabilelim ve; kısaca bahsettiğim bu gerçeklerden, hem de peydâh ettiği esbâbdan dolayı bugünkü hâl-i pür-melâlimi iyice bilelim!.. Ez-cümle; bugün ürettiğimiz müzik ve özellikle icrâ tarzı her-neyse; işte bizim olan “o” dur. Lâkin Türk Müziği midir; veyâ asıl olan müzik için “bizimdir” demeye; ortaya koyduğumuz icrâ ile ne kadar hak sâhibiyiz?.. Düşünmek lâzım!..
Uzunca bir zamandandır, Batı Müziği Câmiâsı’nın ; hasmı gördüğü karşı taraf(!) ile cedelleşmediği düşünülesi bir gerçektir. Gerçi Batı Müziği Konservetuvarları’nda özel maksatlı yazılmış; bilimsellikten ve müzikten uzak Türk Müziğini; en kibar tabir ile “övmeyen!” bazı master tezlerine tesâdüfen rastladım. Lâkin bu
garâbet, Türk Müziği akademik çevrelerinde îtirâza muhtaçtır da; nerdeeeee!!.. Batı Müziği Câmiası’nda bu rahatlama iyi niyetli değil elbette.. Zîrâ gerek duymadıkları; veyâ ortada buna gerek duyacakları ne bir icrâ, ne bir makâle ne de bilisel bir çalışma olmadığındandır. Gerçi Türk Müziği Konservetuvarları’nda çok sayıda bitirme tezi veya master tezleri ile doktora çalışmaları da müzik bâbında yayım sayılır. Ve fakat bu yayımların, gizlide kalmış bilgileri orta-yere çıkardığı çeviri ve inceleme olanlarının hâricinde; ne bir fikir, ne de yorum olarak bir kıymet-i harbiyesi olmadığı kanaatindeyim. Zîrâ, “..Bu çalışmalar, (takib ettiğim bâzı nazarî araştırmaları bu sözümden ayrı tutarak..)Türk Müziği’nin açıklanması gereken mesâilini(bir-çok meselesini) aydınlatmakta iknâ edici bilimsellikten uzaktır..” dersek; El-Hakk doğrudur ama, öyle ya da böyle emeğe saygısızlık etmiş oluruz.. Sâdece o kadar!.. Şimdilerde bizdeki orkestraların bir çoğu, Avrupa’daki ünlü orkestralar seviyesinde müzik yapmaktadır. Komplekslerinden kurtulmuş; kendine gelmiş müzisyenlerin, sâdece müzik yapmak gâyesi ile mesleki gelişimleri ve dünyayı da tanıma şansına sâhip olmakla mensubu olduğu orkestraların sanat seviyesine müsbet katkı koydukları (TÜRK MÜZİĞİ’NE BULAŞMAMAK KAYD-I ŞARTI İLE!..)3
3 Ne Türk Müziği sazları ile uyum sağlanabiliyor, ne de Batı Müziği Orkestraları bu durumda doğru performans gösterebiliyorlar. İki farklı müzik türünün doğası değiştirilmeye çalışılıyor, ama olmuyor; olamıyor!.. Neden bunda inatla isrâr ediliyor?!?..
gerçeğinden mülhem, dünya çapında müzisyen ve orkestra şefi yetiştiren bir Ülkeyiz artık.. Lâkin, zaman-zaman nükseden eski alışkanlıklarından mıdır bilinmez; aslında hiç ihtiyâc hâsıl olmamışken, Gerek lisânını gerekse; fıtrat ve akılları yetmediğinden bir-türlü anlayamadıkları tekniğini bahisle; veyâ her vesîle ile Türk Müziğine “hakâret” serd etmektedirler. Herkesin duyabileceği sesle açık-açık ifâde edemezler ama, nohuttan küçük mercimekten hallice beyinleri ile ürettikleri; sözüm ona akademik tezlerinede aşağılamaya çalışırlar. Üstelik yazdıkları iddiadan ibârettir ki akademik tezlerde iddia ispatsız olmaz. Bilimsel nitelikte bir belge sunmazlar. Sundukları ise gerçekliği kanıtlanmamış; yıllardır yedirmeye çalıştıkları temcid pilavıdır; Lâkin halkın karnı artık doymuştur; yemez..
Şimdi gelelim bu makâlemize ilhâm teşkil eden esbâba..
Memleketin Covit 19 virüsü ile (sanki arabeskten daha fazla tahrib ediyormuş gibi!!..) barışma sürecinde aldığı bir-dizi önlem ve bu krizi fırsata çevirme cinliği gösterebilen bir kısım müzik çalışanından sâdece bir tanesinin verdiği konserin hazırlık çalışmaları, (2020 yılı Mayıs Ayı sonu..) artık her-şeyi rahatça görüp; gündemi tâkib edebildiğimiz sosyal medya yazışmaları ile Türk Müziği Câmiası’nda ilgi odağı hâline gelmiş ve bu yazışmaların verdiği gereksiz rahatsızlık; girizgâhı ile başlayan bu yazımıza sebep teşkil etmiştir. Bu paylaşım-yorumları makâlemize taşımayacağım elbette.. Lâkin bu bâbda yorumumla, yazışmalardan çıkardığım ana-fikri; yeni ve benim de beğenerek kullanmaya alıştığım tâbirle “paylaşacağım”.
Söz-konusu konser,
“TÜRKİYE’NİN KÜLTÜR HAZİNELERİ SAHNESİNDE-EVDE KAL BAYRAM KONSERLERİ” başlığı ile TC.Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Devlet Opera ve Balesi Orkestrası eşliği ile Murat Karahan’ın solist olduğu bir konserin; Türk Müziği Câmiâsını inciten afişidir. (Afiş 1:Antalya Devlet Opera ve Balesi yetkilileri(?) başlığı nasıl gönderdiyse öyle yazılmış; yayımcının bunda bir vebâl yoktur..) Ben-deniz konseri YouTube kanalından izledim-dinledim. Bugünün zevki ile, hem seyirlik hem de dinlenilesi bir konserdi doğrusu. Üstelik Orkestrada, bir-kaç Türk Müziği saz sanatçısı da resmen görevlendirilmişti. Genç solistin opera şarkıcılığı alanındaki başarı derecesini bilmem; lâkin, söylediği şarkıları “TSM” şarkıcılarından (bu sözümü hak-etmeyenleri tenzîh ederim..) daha kötü söylemedi. Zîrâ, ağabeylerini ve ablalarını örnek almış; aynı arabesk süslemelerle söylediği için hiç yabancı gelmedi. Fakat, iyi kullandığı tekniği ve güzel sesi ile söylediği şarkıları dinlerken (gerekmeyen-ucuz süslemeleri hâricinde!..) zevk aldığımı îtirâfla; ayrıca tebrik ederim. Aslında bu ateşli serzenişler, Murat Karahan’ın konserine değil; kontrol edilmeden veyâ zülf-i yâre dokunur mu?, incitir miyiz? Diye soruşturma nezâketinden yoksun hazırlanmış afişteki bir cümle4 idi..
4 Türk Sanat Müziği olarak tek sesli bilinen müziğin çok sesli evrensel yorumu için bu konseri kaçırmayın..
Daha sonra kamu-oyu baskısı ile düzeltmeye kalktılar ki eyvah eyvah!!. (Afiş 2: Asıl vebâl burada; gûyâ tekzib edilmiş !?!) Bu sefer de “Türk Dil Kurumu” mu desem?!.. Dikkatli olmakla vazîfeli editörün (2’inci cümlede, nasıl olduysa düzelmiş ?!?) her-hangi-bir ilk okuldan mezûn olup olmadığını mı sorsam?! Ya da bunu bir bekâ sorunu hâlinde değerlendirip; “..beyler, “Türk”; şerefli bir Millet’in özel adıdır. Büyük harfle yazılır!!.” Deyip ortalığı mı karıştırsam?!.. bilemedim..
Aslında normal bir zekâ bile Afiş’te yazılan maksatlı kurulmuş cümleyi fark edip; “..böyle değil de şöyle ifâde edelim..” diyerek daha gerçekçi ve iyi-niyetli olabilirdi; gereksiz bir tartışma ile Türk Müziğini incitmez, lûzumsuz yorumlara da sebebiyet vermeden özür dilemek zorunda kalmazdı. Ve dahi “Secâhatin arz ederken merd-i kıptî, sirkatin söylemezdi!..” Lafım anlayana vesselâm..
Okuyucularımız sorabilirler; “..be adam hâdisenin üzerinden neredeyse yarım yıldan fazla zaman geçmiş, senin şimdi mi aklına geldi?!” El-cevâb: “- Hep aklımdaydı efendim, ateşe körükle gitmeyim; sosyal medya biraz durulsun istedim..”
Bizler Millet olarak içinde bulunduğumuz her türlü kompleksten kurtulup, nasıl bir müzik kültürü hazînesine sâhip olduğumuzun bilincine vararak çöplükte teneke eşelemesek keşke!.. O zaman, içerdeki Batıcılar; şarkımızı-türkümüzü çok-seslilendirme gayretine soyunmaya gerek duymazlar ve maksadından ayrılmış, para kazanmanın kolay yolu olarak tercîh edilen; buram-buram gazino kokan, popülist-arabesk ilâhi icrâlarına bakıp Yüce Dînimiz’in; müsbet bilimin de kaynağı olan Tasavvuf Fırkası’na
buğz etmezler. Dışardakiler mi?.. Onlar ellerinde bulundurdukları bilimsel belgelerin ilhâmı ile dünyaya hükmederken, gerçek Türk Müzik Kültürümüz’ün farkında ve hayranlar..
Mustafa Doğan Dikmen 23 Kasım 2020, Esenkent-İstanbul