KONUŞAN MEKANLAR-2
Mehmet Güntekin
ORTAKÖY SURP ASDVADZADZİN KİLİSESİ
Boğaziçi’nin Avrupa yakasında, “Boğaz’ın İncisi” diye meşhur olmuş Ortaköy’ü bilmeyeniniz yoktur...
Ortaköy’ün geçmişten beri en dikkat çekici özelliklerinden biri de, Osmanlı mozayiğini en iyi yansıtan semtler arasında olmasıydı. Eski İstanbul hayatında Ortaköy, Türklerin yanısıra Ermenilerin, Rumların ve Musevilerin yoğun şekilde birarada yaşadıkları semtlerin başlıcalarındandı.
Ortaköy, üç büyük dinin mensupları olan İstanbulluların ortak paydasıydı. Bu özelliğiyle, hemen karşısındaki Kuzguncuk’un doğal simetriği gibiydi. Ve bu özellik, Ortaköy’e adeta “Küçük Kudüs” imiş gibi özel bir önem kazandırıyordu. Biraradaki camisi, Ermeni kilisesi, Rum kilisesi ve sinagoguyla Ortaköy, İstanbul fotoğrafının en özel karelerinden birini oluşturuyordu. Gerçi hâlen de öyle değil midir?
Şimdi, bu ilgi çekici fotoğrafa dikkat kesilin ve büyütecinizi, semtin mozayiğini oluşturan önemli bir ayrıntının üzerine yaklaştırın… Evet… Bir kilise görüyorsunuz değil mi? Yani beni görüyorsunuz...
İsmimin telaffuzu biraz zor, ama heceleyerek söylerseniz kolaylaştırabilirsiniz: ASD-VAD-ZAD-ZİN. Ben, bir Ermeni
Gregoryen kilisesiyim. İstanbul’un ve dünyanın birçok yerindeki, aynı adı taşıyan kiliselerden biri… Ama benim, önemli bir farkım ve özelliğim var. Farkım ve özelliğim, Türk Musikisi tarihinin en meşhur bestekârlarından biriyle yakından ilgili olmamdan kaynaklanıyor: Kemanî Tatyos Efendi’yle… Şimdiki yaşlı halime bakmayın; Tatyos dünyaya geldiğinde ben henüz 34 yaşındaydım.
Tatyos’un babası Manuti Enkserciyan, benim koromda “şaragan”lar, yani ilâhiler okuyan bir Ortaköylü idi. Bir buçuk asır önce Tatyos Efendi dünyaya gelince, vaftiz mekânı ben idim. Okul çağına geldiğinde, hemen yakınımdaki okulda öğrenim gördü. Çıraklık yaptığı berber dükkânı ve savatçı atölyesi, ikişer adım ötemdeydiler. Küçük Tatyos, dayısı Movses Papazyan’dan, Kemanî Sebuh’tan ve Astik Ağa’dan, benim çatım altında musiki öğrendi. Ve gün geldi, babası gibi, benim koromda şaragan okumaya başladı.
İnşa tarihim 1824, yani neredeyse iki asır öncesidir. Üzerinde bulunduğum arsada daha eski yıllarda da bir kilise varmış. Cemaatim, beni Meryem Ana adına inşa ettirmiş. Kâgir bir binayım. Mimarımın ismiyle her zaman gurur duyarım; çünkü o, uzun yıllar Osmanlı Sarayı’nın başmimarlığını yapan ve Osmanlı Ermeni cemaatinin yüzaklarından olan Balyan ailesine mensup Senekerim Balyan’dır.
Size bir teklifim var: Ortaköy çok yakınınızda… Belki de sık sık gelip geçiyor veya en azından haftasonlarında Boğaz’a karşı bir
çay içmek için uğruyorsunuz. Bir gün sahilden kısa bir yürüyüşle Ortaköy’ün içine doğru yönelin. Beni, kime sorsanız gösterirler. Çünkü dedim ya, iki asırdır buradayım; semtin en eskilerinden sayılırım.
Kapılarım sadece mensuplarımın ibadeti için değil, içinde yaşadığı kültürün ayrıntılarına ilgi duyan herkese açık. Tatyos gibi önemli bir bestekârın doğumundan ölümüne kadar, hayatının her ânına şâhidim. Beni ziyaret ettiğinizde, eminim ki, Tatyos’tan kalan hatıraları hissedecek, yaşayacaksınız.
Hani, sonuçta huzur veren hüzünlü ziyaretler vardır… Hasta, yaşlı ve yalnız bir akrabayı ziyaret veya bir arife günü, babaannemizin kabrindeki dikenleri temizlemek gibi... İşte öyle, inceden hüzünlü, ama huzur verecek bir ziyaret teklifi benimkisi...
Kulaklarınızda, içli bir keman sesiyle içiçe, derinden derine duyar gibi olacağınız, “Gamzedeyim deva bulmam / Garibim bir yuva kurmam” şarkısı...
Yeri dolmaz, fakat ‘garip gelip garip gitmiş’ bir büyük müzisyeni, bir zamanlar içinde yaşadığı mekânda kalbinizde hissetmek…
Sizce nasıl olur?...
Teklif benden...