KONUŞAN MEKANLAR-3
Mehmet Güntekin
BEYLERBEYİ SARAYI
Boğaz’ın Anadolu yakasında, Birinci Boğaziçi Köprüsü’nün hemen altındaki sahilsarayıyım; bilirsiniz.
Üzerinde bulunduğum arazinin adı eski dönemlerde İstavroz Bahçesi imiş ve her dönemde en ünlü mesire yerlerinden biri olarak ilgi görürmüş.
Osmanlı döneminde bu araziye yapılan ilk yapı, İkinci Selim’in kızı Gevher Sultan’ın tepeye yaptırdığı ve Dördüncü Murad’ın dünyaya geldiği saraymış.
Arazi, sonraki yıllarda da hep ilgi odağı olmuş: Birinci Ahmed’in yaptırdığı Şevkâbâd Kasrı; Kaptan Mustafa Paşa’nın Ferahâbâd Yalısı; Birinci Mahmud’un, annesi Saliha Sultan için yaptırdığı Ferahfezâ Kasrı, hep bu ilginin sonucuydu...
Ne yazık ki, bu saydığım binalardan şimdi hiçbir iz kalmadı...
Bugün bildiğiniz halime gelmem ise, asıl olarak İkinci Mahmud’un girişimleriyle başladı. Önceki yıllarda bir istimlâk probleminden dolayı halka satılan İstavroz Bahçesi arazisi, İkinci Mahmud tarafından parça parça, tekrar satın alındı. Arazideki mevcut yapılar onartıldı ve sıra yeni bir sahilsarayı yapılmasına, yani bana geldi.
Bina emini olarak Said Efendi, mimar olarak da Kirkor Amira
Balyan görevlendirildiler. 1829’da başlanan inşam üç yılda tamamlandı ve 1832’de bitti.
Bu ilk biçimim, iki katlı ve kâgir bir altyapı üzerine ahşaptandı. Sarı renkte olduğum için de halk arasında “Sarı Saray” diye anılırdım. 19. yüzyılın birinci yarısında Boğaziçi’nde yapılan ilk büyük sahilsaraylarından idim. Yabancıların da büyük ilgisini çekmiştim.
İlk devreme ait şaşaalı günlerim ne yazık ki sadece on dokuz yıl sürdü. 1852’de çıkan bir yangınla harap oldum ve gözden düştüm. Gerçi yangın büyük bir zarar vermeden söndürüldü, ama telâş ânını yaşayan dönemin padişahı Abdülmecid’in neşesi kaçtı ve kazayı uğursuzluk saydığı için beni terkedip Çırağan Sarayı’na geçti.
On yıl kadar temellerime kadar derinden yaşadığım terkedilmişlik duygusu, Abdülaziz döneminde dağıldı; çünkü padişah beni bugünkü bildiğiniz halimle yeniden inşa ettirdi. Mimarlarım, yine Balyan ailesinden Saray Başmimarı Sarkis Bey Balyan ile kardeşi Agop Bey Balyan idi.
Abdülaziz, özellikle iç dekorasyonuma büyük bir ilgi gösterdi ve bezemeler için özel olarak Saray Ressamı Mason Bey’i görevlendirdi. Batı tarzı dış mimarim, iç mimarimdeki usta işi uygulamalarla doğulu atmosferi kuvvetle yakaladı ve ilgi çekici bir sentez oluşturdu.
Mâbeyn, yani dış dünyaya açık olan bölümünün ihtişamına
karşılık, Harem, yani dış dünyaya kapalı ve padişahın özel hayatını yaşadığı kısmım son derece mütevazı çizgiler taşıyordu.
Musiki benim için, elbette ki mimari çizgilerimden ayrı düşünülemeyecek bir tamamlayıcı unsurdu. Başta Hacı Ârif Bey olmak üzere, o devirlerin nice büyük müzisyenini ağırladım. Salonlarımda ne fasıllar yapıldı, duvarlarımda ne sadâlar yankılandı, tahmin etmeniz herhalde zor değildir...
Beni hiç görmemiş olanlar, aslında Hacı Ârif Bey’in bir şarkısını dinlerken gözlerini kapatıp bir bina hayal etseler, benim çizgilerimi ve siluetimi yakalayabilirler, bundan eminim.
Ama siz yine de hayal etmekle kalmayın ve bana gelin...
Boğaz Köprüsü’nden gelip geçerken uzaktan bakmakla beni yakından tanıyamazsınız. Çok yakınınızdayım. Beni her ne kadar, sıcak yaz günlerinde gönüllere serinlik veren bir yapı olarak tasarlasalar da, kapılarım kış günlerinde de size açık...
Göstereceğim gizli dünyam, emin olun ki, kış soğuğunda bile içinizi ısıtacak...