Nişantaşı'nda Kuytu Apartman
Refik Hakan Talu
15 Eylül 1911 sabah saatlerinde Bahariye Mevlevihanesi’nde farklı bir hâl vardı. Bir köşede kimseye görünmeden ağlayanlar, teleşlı ama sessizce koşuşturanlar, cümle kapısının önünde bekleyenler, dua edenler ve akşam için lokma pişirenler.
Uzun süredir hasta olan Hüseyin Fahreddin Dede yani dergâhın şeyhi ellisekiz yaşında Hakka yürümüştü.
Haber İstanbul’un dört bir tarafında çok çabuk duyuldu, cenaze namazı kalabalık bir cemaatle Eyüp Sultan Cami’nde kılındı, hep beraber fatiha okundu, bütün dervişan, dostlar, komşular Bahariye Mevlevihanesi’nin hamuşanına geldi, eller yukarıya doğru açıldı, helâllikler alındı ve gözyaşları ile cansız beden babası Hasan Nafiz Dede’nin sağ tarafına defn edildi.
Bu arada mevlevihane bahçesinin başka bir köşesinde büyük bir çukur kazılmış ve içine odunlar konularak ateş yakılmıştı. Doktorlar koleradan şüphe ettikleri için Hüseyin Fahreddin Dede’nin bütün eşyası çukurdan yükselen alevlere atılıyordu.
Sıra küçük, ince deftere geldi, bir el defteri ateşe doğru savrurdu ama işte bu da eşyanın kaderiydi defter çukurun kenerındaki taşa çarparak sekti ve birkaç sene sonra Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi olan Abdülbâki Dede’nin önüne düştü.
Baki Dede hatıra düşüncesi ile defteri alıp ceketinin iç cebine koydu.
Daha sonra defter Baki Dede’den oğlu Rüsuhî Baykara’ya, Rüsuhî Beydende Abdülbâki Gölpınarlı’ya intikal etti. Gölpınarlı kütüphanesini Konya Mevlâna Müzesine bağışladı ve Hüseyin Fahreddin Dede’nin defteri şu anda müzenin raflarında 7467 numara ile duruyor.
Hüseyin Fahreddin Dede torunu Selman Efendi’nin doğumu için sayfalar arasına şöyle bir not yazmıştı;
“Bin üç yüz yirmi üç senesi Şevvâl el- Mükremin’in dördüncü Cuma günü sabah namazı zamanı saat biri kırk dakika geçerek kerimem Fatma Fasiha’nın mahdûmu Selman Fâik kadem-nihâde-i alem şuhûd oldu. Cenâb-ı Hak erenler hayırlı ve müteyemmen ve mübârek edip etval-i ömr ile muâmmer eylesin. Hû.
Şevvâl el-Mükerrem 1323/18 Teşrn-i Sâni 1321”.
Ben aşağıda okuyacağınız Beşiktaş/Bahariye Mevlevihanesi ve Hüseyin Fahreddin Dede hakkındaki bütün bildiklerimi Selman Efendi’den öğrendim. Daha önce birkaç defa yazdım, Selman Efendi veya Selman Dede bizim için Bahariye Mevlevihanesi’nin son şeyhi idi. Sikkemi tekbirlemiş, ilk mukabeleme onunla çıkmış, ilk gülbangı ondan duymuş, ilk musafamı onunla yapmıştım. Beşiktaş/Bahariye Mevlevihanesi’nin 1925 yılında tekkeler kapanmadan önceki durumu için aynen şunları söylemişti;
Küçük Hasan Nafiz Dede (ö.1914)’nin vefatından sonra post
makamının bana intikâl etmişti, ancak o sıralarda on yaş civarında olduğum için Abdülhalim Çelebi tarafından bana vekil olarak Afyon Çelebilerinden Ahmed Selâhaddin Çelebi Bahariye’ye gönderildi. Yine aynı yıllarda büyük babamın yeğeni Bilecik Mevlevîhanesi Şeyhi Bahâ efendi dergahının yandığı için Bahariye’ye geldi. Ahmed Selâhaddin Çelebi Afyon’ya döndü ve Bahâ Efendinin tekkeler kapanıncaya kadar şeyhlik vekilliği yaptı.
Selman Dede hayatının büyük bir bölümünü Nezih Uzel’in tabiri ile Nişantaşı’ndaki kuytu bir apartmanın zemin katındaki dairesinde yaşadı, bizim okuduğumuz konservatuarda Nişantaşı’nda olduğu için fırsat buldukça onu ziyarete giderdik.
Evde konuşulan konular aşağı yukarı hep aynıydı. Mesnevi, Divan-ı Kebir, Hz. Mevlana, Hüseyin Fahreddin Dede, Hasan Nafiz Dede her sohbette duyduğumuz isimlerdi. Bazen Evrad okunur, bazen sema ve zikr yapılırdı, biz arasıra müzik yapar ama çoğunlukla Selman Dede’yi dinlerdik.
İstanbul Mevlevihanelerinde bazı aileler baba, oğul, kardeş, torun şeklinde post makamında bulunmuşlardı. Galata’da Gavsi Ahmed Dede ve Mehmed Şemseddin Dede, Yenikapı’da Kütahyalı Ebu Bekir Dede, Kasımpada’da Halil Fazıl Dede aileleri bunlardan birkaçıydı.
Selman Efendi’nin aileside böyleydi. Hasan Nafiz Dede, Hüseyin Fahreddin Dede ve Küçük Nafiz Dede olmak üzere üç nesil boyunca Beşiktaş/ Bahariye Mevlevihanesi onlara emanet edilmişti.
Beşiktaş Mevlevihane’sinin bugünkü Çırağan Sarayı’nın bulunduğu yerden başlayan, Eyüp Bahariye’de biten uzanca bir hikayesi vardı ve herşey Ohri’li Hüseyin Paşa’nın donanma ile birlikte Akdeniz seferinden dönerken yaşadığı bir olayla ilgiliydi.
Selman Dede şu şekilde anlatmıştı;
Donanma Akdeniz seferi dönüşü gemilerin erzak, su gibi ihtiyaçları için Çanakkale’de konaklamış, bu arada o yörede bulunan bütün tarikat şeyhlerinin elleri öpülüp duaları alınmış, vefat eden manevi büyüklerin kabirleri ziyaret edilmiş ve tekrar yola çıkılmıştı.
Ancak boğazda başlayan fırtına yüzünden gemiler bir türlü Marmara’ya girememişler ve bunun üzerine Hüseyin Paşa etrafındakilere sormuş “acaba duasını almadığımız, unuttuğumuz birisimi var”.
Evet, Gelibolu Mevlevihanesi Şeyhi Ağazade Mehmed Dede unutulurmuş tekrar geri dönülüp Ağazade Mehmed Dede ziyaret edilmiş.
Dede çok memnun olmuş, Ohrili Hüseyin Paşa’ya ileride sadaret mührünün kendisine verileceğini ve saraya damat olacağını müjdelemiş, donanmanında sağ sağlim İstanbul’a ulaşması içinde niyazda bulunmuş.
Paşa bu haber üzerine Mehmed Dede’ye intisap etmiş, İstanbul’a dönüp sadrazam olduğu zamanda bugünkü Çırağan Sarayı’nın bulunduğu arazi üzerine Beşiktaş Mevlevihane’sini yaptırmıştı.
Tahmin edileceği üzere Beşiktaş Mevlevihanesi’nin ilk Şeyhi Ağazade Mehmed Dedeydi ve Dede küçük bir kayıkla yolculuk yaparak bir çarşamba Gelibolu’da, diğer çarşamba Beşiktaş’ta ayin yönetmişti.
Ancak Mehmed Dede’nin şeyhliği fazla uzun sürmeyecekti. İkinci sadrazamlığının ilk gününde Genç Osman olayları şeklinde bilinen ayaklanmalar sırasında Sultan’ı korumak isterken başı kesilerek öldürülen Ohrili Hüseyin Paşa Beşiktaş Mevlevihanesi’nin hemen yukarısında bulunan Yahya Efendi tekkesine defn edilmiş, Mehmed Dede’de Geliboluya dönmüş ve bir daha İstanbul’a gelmemişti.
İlk yapısı semahane ve mescitten ibaret olan mevlevihane ilerleyen yıllarda tam bir asitane halini almıştı. Evliya Çelebi diğer mevlevihanelerde olduğu gibi Beşiktaş Mevlevihanesi içinde yazmıştı;
“Deniz kıyısında olup, semahanesi denize bakan iki katlı bir mevlevihanedir ki, İstanbul’da ve başka şehirlerde benzeri yoktur.
Şimdiki ustalar bu mevlevihanenin lâl renkli sanatkârane kubbesine benzer kubbe yapamazlar. Gayet yüksek ve beğenilir bir kubbedir. Fukara odaları batı tarafındadır.
Semahanenin meydanı baştanbaşa ceviz levhasıdır üç tarafı Billur, Necef ve Moran camları ile nakışlıdır. Şeyhi mübarek Hasan Dede’dir. Zamanımızda 110 yaşında, duası kabul edilen bir zat idi.
Mukabele günleri kürsüde Mesnevi-i Şerif okurken kendilerine bir vecd gelir, bu gece dersimizi Hz. Mevlâna’dan böyle aldık, kardeşlere de öyle anlatıyoruz der idi. Vefatından sonra yerine damadı Neyzen Derviş Yusuf Celâli Şeyh oldu.
Mesnevi okuturken birkaç kere mest olup, kendisini kürsüden aşağıya, dinleyenlerin üzerine atarak, Sema edip döndükçe kaşı, gözleri, yüzü bile görünmezdi .Öyle sema ederdi ki bütün dervişler hayrette kalırdı. İlâhi bir aşkla kendinden geçmiş, ateş parçası gibi celâl sahibi kimse olduğundan Şeyh Yusuf Celâli derlerdi. Çaldığı ney doğrusu âşıkları kendinden geçirirdi. Bazı yerde ceng çalınca bütün aşıklar mest olurdu”
Evliya Çelebi’nin bu kadar detaylı anlattığı Beşiktaş Mevlevihanesi için 1700 lerin başlarında Levni’nin öğrencilerinden biri tarafından yapıldığı sanılan bazı minyatürlerde vardır. Sema töreni sırasında pencerelerin arkasından boğaz ve karşı kıyı gözüken bir minyatür halen ABD Philadelphia Freer Libraray de bulunmaktadır, aynı sanatçının mevlevihane ile ilgili farklı bir minyatürüde Paris’tedir.
Hanedanla komşu olan Beşiktaş Mevlevihanesi’nin Bahariye’ye taşınma hikayesi ne kadar enterasandırki mevlevilerin yakın dostu olan Sultan II. Mahmud zamanına rastlar. Kazancıoğlu bahçesi adıyla bilinen arazi içindeki sarayın büyütülmesi sırasında mevlevihanede yıktırılmış önce Mûsâhib Abdi Bey yalısına, 1868 yılında ise Sultan Abdülaziz’in yeni bir saray yaptırmak istemesinden dolayı bu yalıda yıktırılınca mevlevihane
sakinleri Fındıklı’da bulunun İbrahim Paşa konağına taşınmışlardır.
İki sene sonra 1870 de Maçka’da yapılan yeni mevlevihane binasına geçilsede daha sonra buranında askeri kışla olmasıyla 1875 senesinde Eyüp Bahariye’de Hattab Emini Mustafa ve Hüseyin Efendilerin yalılarında ikâmet edilmiştir. Bu arada 1875 yılında inşasına başlanan Bahariye Mevlevihanesi 1877 de bitirilmiş ve bütün bu uzun yolculuk sona ermiştir.
Zekâi Dede’nin Isfahan makamındaki Mevlevi ayini okunarak açılan Bahariye Mevlevihanesine daha sonraki yıllarda Sultan II.Abdülhamit ilk iki katı harem, üçüncü katı ise selamlık olarak kullanılmak üzere 28 odalı bir bina yaptırmış, bina ile beraber bazı hücreler, matbah, hamam, harem mutfağı gibi bölümlerde bu sırada inşa edilmiştir. Sultan Abdülhamid’den sonra Sultan Reşat mevlevihaneyi tekrar tamir ettirmiş semahane, türbeler, selamlık ve diğer mekanlar yenilenmiştir.
Selman Dede’nin “ Özellikle yaz mevsiminde Bayram ve Cuma günleri halk sahile iner kayıklarda musıkî icra ederek mehtabı seyrederler ve sayıları 20 kadar olan yalıların önünden geçerlerdi. Mevlevihane önüne geldiklerinde kayıklardaki ses kesilir, mevlevihanede icra edilen musıkîden kendilerini alamazlar, uzun müddet durup dinlerlerdi” şeklinde ifade ettiği Bahariye Mevlevihanesi’nin kitabesini Üsküdar Mevlevihanesi son şeyhi Remzi Dede yazmıştır, kitabenin son beyiti şöyledir;
Baş keser dervişler tarihine Remzi hemân
Oldu ihyâ gel câ-yi Nazîf-i Mevlevi
Ayin günü Çarşamba olan Bahariye Mevlevihanesi’nde 1885 yılı nüfus sayımına göre 18 erkek, 6 kadın olmak üzere 24 kişi bulunmaktaydı.
Bahariye Mevlevihanesi ilk şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’nin hayatından kısaca bahsedersek 1853 yılında Beşiktaş Mevlevihanesi’nde doğmuştu. Doğum haberi babası Hasan Nafiz Dede’ye Hüseyni makamındaki Beste-i Kadim Ayin icra edilirken yani mukabele sırasında söylenmiş ve Hasan Nafiz Dede ayinin sonunda gülbang okurken oğlunun adını Hüseyin koymuştu.
Hüseyin Fahreddin Dede ilkokuldan sonra Beşiktaş Mekteb-i Rüştiyesine gitmişti ama asıl eğitimini o devrin kendi konularında önemli isimleriyle yapmıştı. Dehlevi İskender Efendi Farsça, Manisa’lı Hilmi Efendi Arapça, Belhli Abdülfettah Efendi Fransızca, Osman Selahaddin Dede Mesnevi ve tasavvuf, Abdurrahman Sami Paşa Mesnevi, Yenişehirli Avni Bey tasavvuf ve edebiyat hocalarıydı.
Hüseyin Fahreddin Dede’nin daha dört yaşındayken İstanbul’a gelen Mehmed Saîd Hemdem Çelebi tarafından sikkesi tekbirlenmişti icazetini ise babası Hasan Nafiz Dede’den almıştı. Daha sonraki yıllarda Afyon Mevlevihanesi şeyhi Kemaleddin Dede ve Mısır Mevlevihanesi şeyhi Azmi Dede bu icazet yenilemişti.
1861 yılında babası Hasan Nafiz Dede’nin vefatı üzerine Konya’da
bulunan Sadreddin Çelebi tarafından Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhliğine atanan Hüseyin Fahreddin Dede’ye yaşı küçük olduğu için mevlevihanenin aşçıbaşısı Hacı Raşid Dede vekalet etmiş, babasına verilen 3000 kuruş aylık kendisine bağlanmış ve babasının vasiyeti üzerine yaşı onsekize geldiğinde şeyhliği tasdik edilmişti.
1873 senesinde Yenikapı Mevlevihanesi şeyhlerinden kendi Mesnevi ve tasavvuf hocası Osman Selahadin Dede’nin kızı Fâtıma Aliye hanım ile evlenecek ve bu evlilikten üç kızı, bir oğlu olacaktı.
İki yıl kadar Bahariye Mevlevihanesinde misafir olarak Kalan Veled Çelebi İzbudak’ın hatıratlarında hem mevlevihane hemde Hüseyin Fahreddin Dede hakkında notlar vardır;
“Mevlevihane Eyüb-i Ensari Camii’ne mensup mahallenin Kağıthane’ye doğru son taraflarında Bahariye Sarayının yerine inşa edilmiştir.
Dergâh mahalleler arasında bir kar kagir gizli bir takım hücreler, türbe, semahane ve sair binalarla şeyh dairesinden ibarettir.
Şeyh dairesi harem selâmlık üç kat sahilhane, yine bu büyüklükte yanında iki kat bir bina varki bu binanın alt katı türbe-i şerif, semahane ve mescid, üst katı ise mutrıb, kadınlar kafesi ve hünkâr kafesi idi. Bu iki dairenin etrafı birer kat hücreler, mutfaktan oluşuyordu. Bu binaların hepsi ahşaptı”.
“İstanbul’da benim yegâne hâmim olan Hüseyin Fahreddin Dede
hâtimetü’l- ârifîn Sultan Dîvâni-i sâni Şeyh Hasan Nafiz Dede’nin mahdûmlarıdır.
Ben İstanbul’a geldiğimde henüz kırk yaşlarına bâliğ olmamış, orta boylu, ablak çehreli, sarışın, sarı sakallı, çok bıyıklı velhasıl insan güzeli bir arif Mevlevî idi. Tabîat-ı şi’riyyesi gayet sevimli, Arabî ve Farisî lisânına aşina idi.
Musıkî cihetinde hanende ve sazendelik cihetinden ney üflemekte devrin en büyük üstadı idi. Bilhasa kadirşinâs, ehl-i perver, cömert, kerîm velhasıl halkın arif bir Mevlevi’de görmek istediği bütün güzellikleri kendisinde toplamıştı”.
Son dönem Mevleviler arasında anlatıldığı üzere Beşiktaş Mevlevihanesi’nin başta gelen özelliklerinden biri Ehl-i Beyt sevgisinin çok önde tutulmasıydı ve Hüseyin Fahreddin Dede’de özellikle babasından gelen bu neşeye sahipti. Hamzavî Melâmiliğin son kutuplarından Abdülkadir Belhi’ye büyük bir muhabbetle bağlı, Sütlüce Bademlik Tekkesi şeyhi Münir Baba’dan Bektaşi icazeti bulunuyordu.
Hüseyin Fahreddin Dede neyzendi ve adı musıkî tarihindeki Nay-î Osman Dede, Kazasker Mustafa İzzet , Aziz Dede gibi kendi devirlerinin en başta gelen neyzenleri arasında geçmekteydi.
Onun neyzenliği hakkında en güzel sözleri İbnülemin Mahmut Kemal söylemişti;
“Güzel yüzünün, ruhani çehresinin, nükteli sözlerinin ve ahenkli ifadesinin karşısında hayran olmamak kabil değildi.
O, dergâhta Mevlâna’nın gezen ruhu, Itrî’nin, Nayî Osman Dede’nin nağmeleri idi. Hemşirezâdenin çaldığı piyanonun yanında Mansur neyi ile çaldığı peşrevlerin ses asaletini bugün artık hiçbir ney çalandan duymak kabil değildir.
Neyden çıkardığı o lâhûti ses bugün çok yazıkki yok olmuştur”.
Hüseyin Fahreddin Dede’nin hocaları Beşiktaş Mevlevihanesi neyzenbaşısı, birbirinden kıymetli peşrevlerin bestecisi, karagöz resimleri ile ünlü Salih Dede ve yine neyzen bestekâr Yusuf Paşa ile özellikle hamparsum hocası Kozyatağı Rufâi Tekkesi Şeyhi Abdülhâlim Efendiydi.
Ayrıca batı müziğine merakından dolayı batı müziği nota sistemini Mızıkay-ı Humâyundan Flütist Hacı Râtib Efendi’den öğrenmişti. Müzik üzerine sohbetler yaptığı dostları Hammamizâde İsmail Dede’nin öğrencilerinden Mutafzâde Ahmed, Yağlıkçızâde Ahmed Efendiler, Zekâi Dede, Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Mehmet Celâleddin Dede ve Galata Mevlevihanesi Şeyhi Ataullâh Dedeydi.
Hüseyin Fahreddin Dede’nin Mevlevi müziğinin en güzel ayinlerinden biri olan ve ilk icrası 29 nisan 1885 de Bahariye Mevlevihanesi’nde yapılan Acemaşiran makamındaki ayini klâsik yapıdaki ayinlere göre biraz daha kısaydı, bunun sebebi ise devişlerin “kışın semahane soğuk oluyor üşüyoruz kısa bir ayin bestelermisiniz” ricası üzerine yapılmış olmasıydı. Ruf Yekta Bey ayin için şunları yazmaktaydı;
“Acemaşirân makamında besteledikleri âyin-i şerif bestekârlık ince sanatında ne kadar ileri gittiklerini ispata yeterlidir. Hele bu âyîn-i şerîfin devri kebir usûlündeki bölümünü birinci usulün son bulmasıyla nağmelerin kesilmeyip ikinci usûl ile beraber sona ermesi gibi cidden kimsenin geçmediği bir yoldan, özgün bir şekilde bestelemeleri, buluş düşüncesine ve yenilikçi anlayışa sahip musıki dahilerinden olduklarını gösterir. Bir gün irfan ile dolu huzurlarında âyîn-i şerîfin bu bölümündeki güzellik ve ustalıktan söz edilince -öyle bir şey olmuş isede bilerek değil tesadüfen olmuştur- diyerek geçiştirmişlerdi”.